Çanakkale Destanına bölgenin en tecrübeli firması olan Wilusa Turizm farkıyla şahit olmaya ve yaşamaya ne dersiniz?
Covid-19'a karşı düzenli olarak dezenfekte işlemleri yapılan lüks araçlar ve uzman rehberler eşliğinde günübirlik şehitlik turlarımız veya konaklamalı şehitlik turlarımızla Çanakkale Şehitlikleri sizleri bekliyor!
Çanakkale Şehitliklerinde unutulmaz bir tur sizleri bekliyor! Tarihi yarımadaya bir de Wilusa Tur farkıyla bakın.Yerel tecrübeyle Çanakkale Savaşları Tarihi Gelibolu Yarımadası savaş alanları ve savaş alanlarında bulunan şehitlikler ve anıtları gezip, görüp, anlamaya çalışmak üzerine rehber eşliğinde yılın her günü (365 Gün) devam eden günübirlik Çanakkale şehitlik turuna siz de katılın.
Yüzeyden uzunluğu aşağı yukarı 65 km olan Çanakkale Boğazı’nın Avrupa Kıtası’ndaki topraklarındayız. Yanımızdan ip gibi süzülen boğazın suları Çanakkale’yi ikiye bölüyor. Bir tarafında Avrupa ve bir tarafında Asya Kıtası toprakları.
İşte bu toprakların karşılıklı olarak birbirine en yakın olduğu yer, yani Çanakkale Boğazı’nın en dar kısmı Kilitbahir Kalesi ile Çimenlik Kalesi’nin birbirine baktığı yerdir.. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra boğaz savunmasını güçlendirmek için bu bölgeyi karşışıklı olarak toprakla doldurmuş, Asya kıtasındaki topraklara Çimenlik Kalesi’ni, 1300 metre civarındaki karşı noktaya da Kilitbahir Kalesi’ni inşa ettirmiştir.
Hem boğazın en dar yerinde olması, hem de heybetiyle bizi karşılayan güzeller güzeli Kilitbahir Kalesi’nin biraz ilerisini anlatacağız size. Buranın da Avrupa Kıtası’nda olduğunu hatırlatmak isteriz. Yani Wilusa Turizm ile öyle bir yerden geziye başlıyorsunuz ki…
Bu kadar farklı güzelliğin tek bir kareye sığdırılabileceği muhteşem bir yer burası. Ve üstelik birkaç adım ileride Namazgah Tabyaları da o kareye girebilmek için sırada bekliyor…
Belki de Namazgah Tabyası, içinde ibadet edilen kutsal mekanlar gibi. Tertemiz ve sade…
Namazgah Tabyaları, 26 tane küçük tepecikten oluşur. Bu tepeciklerin her biri bonet olarak adlandırılır. Bu bonetler yoldan bakıldığında giriş kısımları görülen barınaklar gibidir. Üst kısımları killi toprak veya çimle kaplıdır. Deniz tarafından bakıldığında kıyıda askeri bir alan değil de doğal tepecikler olduğu izlenimini vermek için bu şekilde dizayn edilmişlerdir. İç kısımları kalın taşlar kullanılarak inşa edilmişlerdir. Bonetlerin üzerinde sıkıştırılmış toprak ile çalı kullanıldığı da oluyordu. Böylece düşen mermilerin düşüş hızları, bu şekilde yumuşatılıyordu. Bu da merminin neden olduğu şiddeti azaltan önemli bir faktördü. Genelde bonetlerin zeminlerinde mermiler muhafaza ediliyordu.
İçlerinde odacıklar bulunan bonetlerin iç mimarileri, askerin o zamanki ihtyacına göre farklı amaçlar için değişiklik göstermektedir. Örneğin bir dönem bazı bonetler ağıl olarak kullanılırken, aynı bonet kimi zaman da ihtiyaç durumuna göre malzeme deposu olarak kullanılmıştır.
Namazgah Tabyaları, buraya yaptırılan ilk ve en büyük tabyadır. Ayrıca merkez tabya olma özelliğini taşımaktadır. Çanakkale savaşı sırasında tabyalarda görev yapan bataryaların bağlı olduğu 4. Ağır Topçu Alayı’nın karargah merkezidir. Bu yüzden de her saldırıda hedef olmuş, ağır darbeler almış ancak yeniden ayağa kalkmayı başarmıştır.
Alanda 16 tane top mekanizması olmasına rağmen, Çanakkale’de ancak 2 tanesi kullanılabilmiştir. Çünkü kalan 14 tane top mekanizmasının düşman gemilerini vurabilmesi için gerekli olan menzili, ne yazık ki yeterli uzunlukta değildir.
Tabyanın kesin olarak yapılış tarihi belli değildir. Ancak kapılardan birinin üzerinde 2. Abdulhamid tuğralı ve 1389 yani 1892 tarihli bir kitabe bulunmuştur. Bu bağlamda tabyaların son halinin 2. Abdulhamid döneminden kaldığını söylemek mümkün.
Bugun tüm ihtişamıyla bizi karşılayan Namazgah Tabyaları ziyarete açıktır. Burada bonetlerden bir tanesi müze haline getirilmiştir. Wilusa Turizm’in şehitlik içerisine yaptığı gezilerde Namazgah Tabyaları panoramik olarak görülebilmektedir.
18 Mart 1915 günü İngiliz ve Fransız donanmasına ait gemiler, yenilip boğazdan çıkarlarken tabyalara da mermi yağdırmaya devam etmişlerdi. Bu yüzden buraya isabet eden mermiler nedeniyle erlerden ne yazık ki şehit olanlar vardı. 1919 yılında hepsi bir araya getirilerek, Fevzi Efendi’nin mezarının yanındaki alana gömülmüşlerdi. 1966 yılında ise Çanakkale Şehitleri Abidelerine Yardım Cemiyeti de şehitlerimizin yattığı alanı çevrelemişler ve bir kitabe eklemişlerdi. Bu kitabeye göre yatan şehit asker sayımız ise 16’dır.
Buradaki bonetler taban alanı dikdörtgen olan yapılardan oluşmaktadır. Üst kısmı ise beşik tonoz örtülüdür. Çatı kısmı toprakla kaplı olduğu için, Namazgah Tabyalarında olduğu gibi doğal görünümlü tepecikler burada da oluşmuştur.
18 Mart 1915’de buradaki komutan Yüzbaşı Hilmi Bey idi. Hilmi Bey, 18 mart günü askerlerine tarihe geçen emrini vermişti. “Şehit ve yaralıların yerine geçecekler atanmıştır. Ben ölürsem üzerime basıp geçin. Yaralanırsam önem vermeyin, ben de size öyle yapacağım. Bu savaşta hiçbir ödül beklemeyin. Bunu vaat etmem ve edemem” diyecek kadar özel bir askerdi. Zaferi kazanmamızın ardından o da sağ kalanların arasındaydı. Bir zafer yemeği sunmak istedi askerlerine. Etli kuru fasulye, bulgur pilavı ve un helvası…
18 Mart 1915
Nerdeyse dakikada 35 merminin düştüğü tabyalarda bazı toplar bile toprak altında kalmıştı. Mermileri taşıyan raylar kırılmış, vagonlar paramparça olmuştu.
Mecidiye Tabyaları, bulunduğu konum nedeniyle neredeyse aşağıdaki tüm hareketliliğe şahit olmuştu.
Saat 11.00: Seddülbahir yönünden gelen savaş gemileri Triumph, Agamemnon, Lord Nelson, Queen Elizabeth, Inflexible, Prince George görülmeye başlandı.
Saat 11.15: Triumph, ilk mermiyi attı. İntepe’deki bataryalar buna karşılık vermeye başladı.
Saat 11.45: Queen Elizabeth’in bir mermisi Çanakkale gümrük binası arkasına düşerek yangın çıkardı.
Saat 12.20: Çimenlik Kalesi’nin içindeki tabyada bulunan cephaneliğe bir mermi isabet etti
Saat 14.00: Bouvet yana yatmaya başladı ve üç dakika sonra battı. Sağ kalanları kurtarmak isteyen gemilere ateş edilmedi. Yani kurtarma çalışmaları engellenmedi.
Saat 15.15: Namazgah Tabyası’na mermi düştü.
Saat 16.30: Irresistible vuruldu.
Saat 18.00’de Bouvet, Ocean, Irresistible batırıldı.
Inflexible, Gaulois, Suffren, Agamemnon savaş dışı kaldı.
İşte tüm yoğun dumanın içinde, topları taşıyan raylar kırılmış ve vagonlar paramparça olmuştu. Bu yüzden Seyit Onbaşı o kocaman top mermisini sırtında taşımış ve Ocean zırhlısını vurmayı başarmıştı. Kendisine bu başarısının ardından onbaşılık rütbesi verildi. Bir de soruldu ne istediği. ‘’Çift tayın’’ dedi ama arkadaşlarının yanında mahcup hissetti kendini ve vazgeçti.
Savaştan sonra Seyit evine döndü. Balıkesir’in Havran ilçesinin Çamlık Köyü’ne. Odun kömürü toplayıp satıyordu. 1939’a kadar çalıştı. Ama zatüreye yakalanınca yorgunluğa daha fazla dayanamadı ve hayatını kaybetti…
Sahide gördüğünüz o anıt, işte 18 Mart günü Ocean zırhlısını batıran mütevazi kahraman Seyit Onbaşı’ya ait…
Wilusa Turizm size orada da eşlik edecek.
1453 yılında İstanbul başkent olduktan sonra Çanakkale Boğazı’nın savunmasına büyük önem verilmiş ve boğaz savunmasını güçlendirmek adına farklı dönemlerde kaleler ve tabyalar inşa edilmiştir. Bu savunma merkezlerinden bir tanesi Rumeli Mecidiye Tabyasıdır. Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’u Ege denizi üzerinden gelecek tehlikelere karşı korumak adına, 1896 yılında Sultan II.Abdülhamit tarafından Asaf Paşa’ya yaptırılmıştır. 18 Mart 1915 günü Yüzbaşı Mehmet Hilmi Şanlıtop komutasındaki Rumeli mecidiye tabyası, 6 adet topuyla boğazın savunmasında önemli rol oynamıştır. Çanakkale savaşlarında yaşanan olayların en meşhurunun gerçekleştiği, kahraman Seyit Onbaşının 215 kilogramlık top mermisini kaldırdığı yerdir. 18 Mart 1915 günü, itilaf donanmasının düzenlemiş olduğu saldırı sırasında Seyit Onbaşı’nın görev yaptığı Rumeli mecidiye tabyasına bir mermi isabet etmiş; buradaki askerlerimizin bir kısmını şehit etmiş, bir kısmını ağır yaralamış, bir kısmını da diri diri toprak altına gömmüştür. Yaşanan patlama nedeniyle tabyada bulunan topun da vinç mekanizması hasar görmüştür. Toprak altında kalan askerlerimizden bir tanesi de Havran’lı Seyit Onbaşı’ydı. Niğdeli Ali’nin yardımıyla topraktan çıkınca gördüğü bu manzara karşısında bambaşka bir ruh haline bürünen Seyit Onbaşı, kalbindeki vatan sevgisini iman gücüyle birleştirerek, ağırlıkları 140 190 ve 215 kilogram arasında değişmekte olan top mermilerinden bir tanesini kaldırarak 5 basamaklı topa çıkmış ve mermi ateşlenmiştir. O kutlu üniformayı giyen kahramanların, vatanları tehlike altında iken neleri başarabileceklerinin bir ispatı olan Seyit onbaşımızın yaptığı kahramanlığın daha iyi anlaşılabilmesi için buraya, savaş döneminde kullanılan toplardan bir tane getirilmiştir. Yarımadada görülebilecek en sağlam top buradadır. Kahraman Seyit Onbaşı’mızı ölümsüzleştirmek adına 215 kiloluk mermiyi kaldırışını gösteren bir heykeli yapılmıştır.
Seyit Onbaşı Heykeli Detaylı Bilgi
Soğanlıdere Vadisinde boğaz manzarasını arkamızda bırakarak Şahindere’ye ulaşıyoruz. Çınarlıdere’nin hemen üzerinde, yeşillikler arasında bir yer burası. Kalabalık grupların olmadığı saatlere denk gelindiğinde sessizlik, yıllar önceki ortamı sunuyor sanki bize. Burası bir tedavi merkezi. Çanakkale savaşı sırasında getirilen yaralı askerler burada tedaviye alınıyordu. Ancak tedavileri yapılamayan, ya da tedaviye cevap vermeyen isimleri tespit edilmiş yaklaşık 2000 askerimiz de burada yatıyor. Yani burası hem bir sargı yeri, hem de şehitlerimizin mezar yerlerini görebileceğimiz gerçek bir şehitlik…
Kıta sargı yerleri ilk müdahaleyi yapıyordu. Yarası ağır olan askerler ise araba durak noktalarına sevk ediliyordu. Buradan da büyük sargı yerlerine gönderiliyorlardı. Şahindere de onlardan biriydi. Ağır yaralıları tedavi etmeye çalışıyor, gerekirse seyyar veya menzil hastanelerine sevk ediyorlardı. Bazı yaralı askerler de memleket hastanelerine sevkediliyordu.
Bu sevkler sırasında vapurlara bindirilen yaralı ve hasta askerler, çevre şehirlere gönderiliyorlardı. Yolculuk sırasında askerlerin beslenmesine gerçekten önem veriliyordu. Et, tavuk ve hatta bolca antep fıstığı da verilen yiyecekler arasındaydı. Bu şekilde bünyeleri güçlendirilmeye çalışılıyor, vapur yolculuğunda askerin daha fazla da sarsılmasının önüne geçilmiş olunuyordu. Sevk işlemi oldukça sancılı geçiyordu. Yollar bozuk ve uzundu. Ayrıca kullanılan araçlar çoğunlukla hayvanların çektiği arabalardı. Sıcak ile beraber, askerin hafif bir kanamalı yarası bile olsa, toz toprak, ter ve kan ile üniforma parçaları deriye yapışıyor; basit bir yaralanma bile asker için çok eziyetli bir tedavi süreci gerektiriyordu.
Tedavi merkezleri seçilirken hem cepheye yakın, mümkün olduğunca ulaşımın kolaylıkla ya da nispeten daha kolay gerçekleştirilebileceği yerler uygun görülmüştü. En önemli kıstaslardan biri de yakında olan bir su kaynağı idi. Çünkü su asker için hayattı. Özellikle yaralı askerlerin tedavi edilmeye çalışıldığı yerlerde çok daha hayati bir öneme sahipti.
Bazen ağır yaralı askerler getirildiğinde, doktorlar onların tedavilerini yapmakta zorlanıyorlardı. Çünkü bir çoğunun ellerindeki malzemeler yetersizdi.
Ayrıca sedyecilerin üzerinde gerçekten çok büyük bir yük olduğunu da eklemek gerekiyor. Cepheden araba durak yerlerine, sargı yerlerine hiç durmada koşturuyorlardı. Hem fiziksel olarak hem de ruhen çok yorulmuşlardı. Yorgunluktan yere yıkıldıkları da oluyordu. Çoğu zaman sessiz ve sakin olan Şahindere Şehitliği içerisinde savaş sırasında kıyamet kopuyordu. Bizim sessizliğini dinlediğimiz şehitlikte, sağlık görevlileri askerlerimizin acı dolu haykırışlarını dinliyordu.
Kan kaybı nedeniyle şoka giren askerler de oluyordu. Bu durumda hastayı sıcak tutmak gerekiyordu. Battaniyelerin yetmediği zamanlar çoktu. Seyyar fırınlarda ısıtılmış taş veya kiremitler, yaralı askerin vücuduna sarılırdı. Böylelikle vücut ısısı korunmaya çalışılırdı. Sonraki aşamada ise tuzlu su verilirdi.
Kişiden kişiye kan verme işlemi de sıklıkla yapılırdı. Ama 1915’deki tekniklerle o kadar acı verici bir işlem uygulanırdı ki, kan veren kişi birkaç gün izinli sayılırdı.
Doktorları en çok endişelendiren konulardan biri vurulmalardı. Özellikle karın vurulmaları. Çoğu askeri kurtaramıyorlardı. Bu yüzden Çanakkale’de karın yaralanmalarından çok asker hayatını kaybetti. Ameliyat edilseler de edilmeseler de askerler ölüyordu. Tüm bunların yanında bir de hastalıklar vardı.
-Bitlenmeden kaynaklanan tifüs. Kıyafetler seyyar fırınlarda ısıtılarak bitlerin ölmesine uğraşılmış, hatta bazı durumlarda karantina uygulamaları da yapılmıştır. Böylelikle salgının yayılmasının da önüne geçebilmek için uğraşılmıştır. -Yetersiz beslenmenin neden olduğu iskorbüt. Bunun için bol miktarda yeşil sebze ve salata tüketilmesi sağlanınca, hastalığa yakalan asker sayısı azaldı. Ama cephe ortamında taze sebze bulabilmek oldukça zorlu bir süreçti. -Savaş alanlarında sıklıkla karşılaşılan bakterilerden kaynaklanan kolera ve genel olarak temiz olmayan su ve gıdaların kullanılmasıyla ortaya çıkan dizanteri. Askerlere killi toprak yedirilerek salgın kontrol altına alınmış ve yayılması engellenmiştir. Bu arada cepheye yeni gelen askerler için aşılama yapmaya da önem verilmişti.
Ayrıca düzenli olarak çeşitli çukurlar kazılarak içleri kireç veya hayvan tezekleri ile doldurularak yakılmıştı. Böylece mikrop imha edilmeye çalışılıyordu. Başarılı da oluyordu.
Tüm bu ilkel metod ve çalışmalara rağmen, yaralı ve hasta askerleri kurtarabilmek için insan üstü bir gayret gösterilmişti. Şahindere gibi bir çok sargı yerinde çukurlar hazır tutulur, askerler şehit olduklarında bekletilmeden gömülürdü. Bu hem salgın hastalıkların önüne geçmek, hem de tedavi gören askerin morali için oldukça önemliydi.
Şehitlerimizin mezarlarının bizleri selamladığı küçücük yoldan geçerken , kenarda diğerlerinden ayrılmış bir mezar taşı dikkatimizi çekecek. Çoğu İzmir ve çevresindeki genç askerlerden oluşan 10. Tümen ve 30. Alay’dan Teğmen Mustafa Efendi… Mezar taşında tek bir cümle. ‘’Ruhuna gözyaşıyla Fatiha’’ …Biraz ilerideki Alçıtepe Köyü civarında vurulmuş ama kurtarılamamış olan genç askerimizin mezarı burası. Yürümeye devam ettikçe sağda ve solda hiçbir gösterişi olmayan şehit mezarlarımızı görmeye devam ediyoruz. Yolun bittği yerde belki de şehitlerimizin ruhlarının yükselişini simgeleyen bir anıt çıkıyor karşımıza. Burada yatan askerlerimizi isimlerini tek tek okuyabileceğimiz sembolik bir alan.
Yürüyemediğimiz, konuşamadığımız, nefesimizi kesip hüzne boğan bir yerdeyiz. Şahindere Şehitliği’ndeyiz.
Conkbayırı’na giden yol üzerinde sağ tarafta büyük bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe üzerinde 6/7 Ağustos 1915 Anzac taarruzu hakkında kısa bilgiler bulunmaktadır. Bu kitabeye gelene kadar yol boyunca onlarca siper,anıt ve mezar da net bir şekilde görülebilmektedir. Wilusa Turizm’in deneyimli rehberleri, size gereken hatırlatmaları yapacak, buraları mutlaka gösterecektir.
Savaş sırasında aylarca süren mücadelede iki taraf da çok yorulmuştu. Üstelik sıcak, kara sinek ve ceset kokuları herkesi bezdirmişti. Umutsuzluk herkesi sarmıştı. Bitmeyen bir savaşta, sonu belli olmayan günler, moralleri iyice bozmuştu. Üstelik İngiliz ordusu üzerinde baskı da artıyordu. Dünyanın en modern teçhizatına sahiptiler. Asker problemleri yoktu. Deniz suyunu bile tatlı suya çevirecek bir teçhizatları vardı. Oysa karşılarında Balkan Savaşı’nda aldığı yenilgi ile oldukça sarsılan bir ordu duruyordu. Bu orduyu bir türlü susturmayı başaramamışlardı. Bu bir kısır döngüydü aslında. Başarısız oluyorlardı. İngiltere’den baskı geliyordu. Gene başarısız oluyorlardı. Bir avuç Türk yiğidini bir türlü aşıp, boğaza ilerleyemiyorlardı. Ara ara ilerleseler bile, saldırılar ve Türk savunması nedeniyle kilitlenip kalıyorlardı.
Bu yüzden büyük bir saldırı daha planlandı. Saldırı bölgesi ise Anafartalar olarak belirlendi. 9. İngiliz Kolordusu buradan ilerleyecek ve Anafartalar’a çıkarma yapacaktı.
9. İngiliz Kolordusu’nun başarılı olabilmesi için, Türk ordusunun dikkatini dağıtmak gerekiyordu. Bu nedenle ana saldırı ile aynı anda bir çok yerden tali saldırılar gerçekleşmişti.
Tarih 6 Ağustos 1915. Gelibolu Yarımadası’nın en uzun günlerinden biridir bu tarih. 6 ağustos tarihinde Zığındere’den İngilizler saldırdı. Başarısız oldular ve geri çekildiler. Yassı Tepe’den Fransızlar taarruza geçti. Hedeflerine ulaşamadan geri çekildiler. Aynı tarihte Saros Körfezi’nin kuzeyinden de Yunan gönüllü askerleri saldırıya geçti. Bu saldırı da diğerleri gibi Türk askerleri tarafından durduruldu.
Hatta 7 Ağustos tarihinde Wilusa Turizm’in programlarında mutlaka atıfta bulunduğumuz Mehmet Çavuş Anıtı’nın bulunduğu alana da saldırdılar. Ama Türk savunma sistemini aşamadılar. Hatta buradaki mücadele öylesine sert geçmişti ki, Mel Gibson ve Mark Lee’nin rol aldığı “Gallipoli” filminde bu olaya yer verilmişti.
Ancak Kanlısırt Vadisi’nde durum çok daha karışıktı. Aslında burası 25 Nisan günü Anzac kontrolüne geçmişti. Ama daha sonra efsanevi komutan Şefik Aker’in komuta ettiği 27. Alay, bu bölgeyi geri aldı. Aşağı yukarı 3 km’2lik bir alanda 6 ağustosta başlayan ve 5 gün süren çok şiddetli saldırılar yaşandı.
Siperlerin üstleri toprak ve çam kütükleriyle kapatılmıştı. Türk askerleri şarapnel parçalarından korunmak için böyle bir çözüm bulmuştu. Oysaki, el bombaları hesaba katılmamıştı. Taarruza geçen Anzac birlikleri, Türk siperlerinin içine el bombaları atıyordu. Sonra kısmen parçalanan kütüklerin arasından siper içinde bulunan Türk askerlerine ateş ediyorlardı.Siperlerin hem altı hem de üstü cehennem gibiydi. El bombasından kaçan, mermiye, mermiden kurtulan yoğun dumana maruz kalıyordu. Gırtlak gırtlağa bir mücadele başladı. Bu arada Anzac askerleri el bombalarını adeta savuruyorlardı. Çünkü ellerinde bolca el bombası vardı. Bu yüzden istedikleri gibi kullanabiliyorlardı…
Cehennemin resmi belki de buydu. 125 rakımlı Kanlısırt ayrıca hem sahili, yani Anzac mevzilerini, hem de Türk mevzilerini gören bir vadiydi. Bu yüzden Anzac kolordusu tüm gücü ile saldırdı. 16. Tümen 47. Alay çok mücadele etti. Olmadı.
47. Alay komutanı Binbaşı Ahmet Tevfik ile 15. Alay komutanı Yarbay İbrahim şehit oldular.
2.280 şehit, 4.750 yaralı…Çoğunun akibeti belli olmayan 134 esir…Conkbayırı’na birkaç kilometre kala… Wilusa Turizm’in aracı onlarca gerçek siperin ortasından geçen asfalt yoldan ilerlediği yerde, yolun sağ tarafında bir şehitlik bulunmaktadır. Yarbay Hüseyin Avni’nin mezarıdır orası. 57. Piyade Alay’ının disiplinli ve cesur komutanıdır. Cepheye geldiğinde binbaşı rütbesinde olan Hüseyin Avni Bey, şehit olduğunda yarbay rütbesindedir. Karargahına obüs gelmesi nedeniyle, sonsuz uykusuna uğruna mücadele ettiği topraklarda yatmaktadır.
Avni Bey’in soyadı Arıburnu değildir. Çok karıştırılır. Doğrusu Hüseyin Avni Arıburun’dur. Aslında eski haritalarda Anzac askerlerinin çıktığı alan Arıburnu olarak ifade edilirmiş. Ama Atatürk’ün ev sahipliğini yaptığı ve oğlu Tekin Bey’in de katıldığı bir akşam yemeğinde, Atatürk bu soyadı karışıklığını netleştirmiştir.” Arıburun sahili binlerce kahraman evladın kanıyla temizlenmiş, yani “arı” olmuş, yani tertemiz olmuş mukaddes bir yerdir. Bu şerefli ismi yanlış telaffuz etmeyin” diye uyarmış… Daha sonra hava kuvvetleri komutanımız da olan Tekin Arıburun, efsanevi komutan yarbay Hüseyin Avni Arıburun’un da oğludur. O da babası gibi bir 13 ağustos günü hayatını kaybetmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, bu ülkenin kaderini Çanakkale’de çizmiştir. Sofya’da askeri ateşe iken askerlik görevine dönebilmek için defalarca dilekçeler yazmış, en sonunda “19. Tümen” Komutanlığı’na atanmıştır. Bu yüzden 2 Şubat 1915 tarihinde Tekirdağ’a gelir. Ona tahsis edilen 3 alaydan oluşan tümende ileride değişiklikler olsa da 57. Alay hiç değişmez. Tam Atatürk’ün istediği gibi disiplinli, deneyimli ve cesur askerlerden oluşmuştur. Neredeyse alayda Anadolu’nun her şehrinden askerler vardır. Eceabat’a gelirler. Yarbay Hüseyin Avni Bey, 57. Alay ile Bigalı Köyü’ne geçer.
Mustafa Kemal karargahta kalmaz. Siperleri gezer. Arazide dolaşır. Erlerle konuşur. Öğle yemeklerini onlarla yer. Harita çalışmaları yapar. Çünkü Balkan yenilgisi O’nu çok üzmüştür. Doğduğu şehir olan Selanik, tek bir kurşun atmadan düşmana teslim edilmiştir. Bu olay Mustafa Kemal’in çok gücüne gitmiştir. Bir daha böyle bir şey yaşanmaması için yoğun mücadele vereceği günler başlamak üzeredir.
25 Nisan sabahı…
Top sesleri duyulmaya başlamıştır. 9. Tümen komutanı Halil Sami Bey, kendisinden bir taburluk yardım ister. Bunun yeterli olmayacağını düşünür. Hızlıca karar alarak, Bigalı Köyü’ndeki 57. Piyade Alay’ını harekete geçirir. Zaten Yarbay Hüseyin Avni, alayı çoktan hazır etmiştir. Yaya olarak ilerleyen 57. Alay on dakikalık bir dinlenme sonrasında Conkbayırı’na doğru ilerlemeye başlamıştı.
Yarbay Mustafa Kemal 57. Alay 2. Tabur komutanı Yüzbaşı Ata Efendi’ye taarruz emri verdiğinde, hedef 261 rakımlı tepedir. Conkbayırı’ndan aşağı taarruz başladığında düşman epey şaşkındır. Yedikleri tokat, hiç beklemedikleri bir anda gelmiştir. Çünkü 57. Piyade Alay’ın askerleri Anzac askerlerinin karşısında bir duvar gibi, etten set oluşturmuşlardı.
Alay fırtına gibi esmeye devam etti. Hiç yorulmadan, pes etmeden savaştılar. 57. Piyade Alayı’nın sancağına kırmızı ve yeşil kurdeleli altın ve gümüş imtiyaz madalyaları takıldı. Bir de harp madalyası aldılar.
Galiçya ve Filistin cephelerinde de savaştılar. Ne yazık ki 1918 yılına gelindiğinde, mevcutlarının neredeyse dörtte üçünü kaybetmişlerdi.
O kahraman askerleri anmak için bu şehitliğimizi ziyaret edeceğiz. Ama bir tarafımızda Bombasırtı, bir tarafımızda Kesikdere Şehitliği.
Karşılıklı siperlerin neredeyse en yakın olduğu yerlerden biri olan bu bölgede bulunan Kesikdere Şehitliğimiz, 1115 şehit askerimiz için inşa edilmiştir. Buranın biraz gerisi de Bombasırtı Cephesi’dir.
Mustafa Kemal 14 Mayıs 1915 tarihinde Bombasırtı’nı şöyle ifade etmiştir.
“Biz ferdî kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasındaki mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıpta bir itidal ve tevekkül ile biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehâdet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şâyân-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
Ve karşımızda aslında sayfalara sığmaz 57. Piyade Alayı Şehitliği
Nejat Dinçel tarafından tasarımı yapılan şehitlik ve anıt 1992 yılında ziyarete açılmıştır. 10 Eylül 1994’de 108 yaşında hayatını kaybeden Çanakkale gazimiz Hüseyin Kaçmaz’ın torunuyla el ele heykeli de hemen girişte ziyaretçileri selamlar. Diğer tarafta ise 45 m2lik rölyef, savaşın ruhunu aktarmaya çalışan bir eserdir. Mutlaka görülmelidir.
Gelibolu Yarımadası’nın belki den en güzel yerinde inşa edilmiştir. Eskihisarlık denen bu yer, Çanakkale Boğazı ve Ege Denizi’nin neredeyse birleştiği yerdedir.
1915 Çanakkale savunmasının temel sembollerinden biridir. Yapılış amacı da Türk gücünü sanat yoluyla göstermektir belki de. Bu yüzden bir proje yarışması yapıldı. Projeyi de Feridun Kip, İsmail Utkular ve Doğan Erginbaş’tan oluşan ekip kazandı. Ancak anıtın yapımını hayata geçirmek hiç kolay olmadığı için temel atma işlemi ancak 1954 yılında yapılabilmiştir. 1960 yılında ziyarete açılan anıt, muhteşem bir mimariye sahip.
Karşıdan bakıldığı zaman ‘’Mehmetçik’’ kelimesinin ‘’M’’ harfini görüyoruz. Ayrıca klasik Roma’da sıklıkla uygulanan ‘’Zafer Takı’’ mimarisinin bir başka formudur. Tüm bunların yanında anıtımız Anadolu’nun birçok farklı noktasından buraya gelerek, vatan savunmasında canlarını veren şehitlerimizin gökyüzüne yükselişini de sembolize etmektedir.
Şehitler Abidesi, dört büyük ayak üzerine inşa edilmiştir. Bu ayakların her birinde rölyefler bulunmaktadır. Bu rölyeflerin deniz tarafına bakan dört tanesi deniz savaşlarını, kara tarafına bakan dört tanesi de kara savaşlarını vurgulamaktadır.41.7 metrelik anıt, bugün Türk zaferinin muhteşem bir sembolü olarak kayıtlara geçmiştir.
Bulunduğu konum nedeniyle anıt hem Çanakkale Boğazı’ndan hem de Anadolu’dan geçen herkes tarafından görülebilmektedir. Bu arada dünya üzerinde savaşta ölenler için yapılmış belki de en görkemli anıttır. Bu bağlamda da Gelibolu Yarımadası’nın en çok ziyaret edilen yerlerinden birisidir.
Şehitler Abidesi’ni ziyarete gideceğimiz zaman göreceklerimiz anıt ile sınırlı değildir.
Şehitler Abidesi’nin inşa edildiği yer, konum açısından da çok değerli bir yerdir. Bir tarafında Seddülbahir cephesi, bir tarafında Bozcaada, bir tarafında yüzlerce yıl önce yaşanmış olan Batı ve Doğu’nun ilk savaşı olan Troia Savaşı’nın yaşandığı yer… Burası her yönüyle, Çanakkale’nin taşıdığı her anlama vurgu yapan göz alıcı bir manzaraya sahiptir.
1915 Çanakkale savaşı sırasında Fransız cephesi olan bölge, aynı zamanda boğazdaki batıklara da ev sahipliği yapmaktadır. İngiliz gazetelerinde ‘’Davud’un sapanı vurdu’’ diye haberi çıkan İngiliz Goliath zırhlısı, Seyid Onbaşı’nın vurduğu ve bu alanda bulunanİngiliz Ocean zırhlısı, ayrıca Fransız Bouvet Zırhlısı da 1915’in izleri olarak boğazın derinliklerinde, bir çok irili ufaklı batığın arasında yatmaktadır.
Hem kara hem de deniz savaşlarının ağır şiddetine tanıklık etmiş olan bölge, bugün sessiz sakin bir şekilde ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor.
Gelibolu Yarımadası ziyaretlerimizde uğradığımız yerlerden biri de Yahya Çavuş Şehitliği’nin de bulunduğu Ertuğrul Tabyaları’dır. Burası Seddülbahir Köyü ile aynı ismi taşıyan cephede bulunur. İsmini, bulunduğu tepenin altındaki Ertuğrul Koyu’ndan alır. Tepenin ismi ise Gözcü Baba Tepesi olarak adlandırılmaktadır.
Listeye dahil edilmeyen yerler de mevcuttur. Mesela Seddülbahir Kalesi, bu ziyaret noktasından çok net bir şekilde görülebilmektedir. Düşmanın ilk karşılandığı Çanakkale boğazı savunma hattını oluşturmak ve güçlendirmek için 1659 yılında inşa ettirilmiştir.
Ne yazık ki, 3 Kasım 1914 tarihindeki bombalanma sonrasında ilk şehitlerimizi verdiğimiz yer kaledir. Cephaneliğimizin infilak etmesi nedeniyle 5 subay ve 81 erimiz şehit olmuştur. Kale duvarına bitişik bir şekilde bulunan şehitlikte, ebedi yerlerinde yatmaktadırlar.
Aşağıya doğru baktığımızda ise, çıkartma noktasında yabancı bir mezarlık göze çarpmaktadır. Tam olarak ismi ‘’V Beach Mezarlığı’’ dır. Seddülbahir cephesinde ölen İngiliz askerleri için inşa edilmiştir.
Alanda tabyalara bakan tarafta ise ortada duran, tek bir mezar dikkati çekmektedir. ‘’Er Halil İbrahim’’ … Çanakkale savaşlarının belki de en şiddetli kısmı, bu bölge ile sahilin ilerisinde yaşanmıştı. 5 kilometrelik sahil oldukça zorluydu. Burası İngiliz 29. Tümen’in saldırıya geçtiği yerdi. Cephede hem saldırılar hem de savunma çok güçlüydü. Hatta Teke Koyu’na çıkmayı başarabilen altı İngiliz askerine, İngiltere’nin en yüksek nişanı olan Victoria Cross verilmişti. Bölgeye saldıran İngiliz kuvvetlerinin hedefi, sahili veya tabyaları elde tutmak değildi. Birkaç kilometre yakınlıkta olan Alçıtepe Köyü’ne ulaşmak, öncelikli hedefti. Ancak yoğun savunma karşısında, dünyanın en modern teknolojisine sahip olan İngiltere, bir avuç Türk askerini aşıp, hedefine ilerleyemedi.
25 Nisan 1915. Çıkarma harekatının ilk günü.
Yoğun bombalama sonrası, sayısı neredeyse bini bulan düşman birlikleri kıyıya doğru gelmeye çalışıyordu. 2000 asker de kıyıya yakın River Clyde isimli gemide bekliyorlardı. Bu gemiyi aynı anda daha fazla askeri kıyıya çıkartabilmek için gözden çıkartmışlar ve kıyıya oturtmaya karar vermişlerdi. Bu kadar sayıya rağmen Türk askerleri hem Ertuğrul Tabyaları hem de kaleden hiç durmadan ateşe devam ediyordu. Bu arada gemi de askerlerini boşaltmaya başlamıştı. Ama onlar da Türk ateşinden kaçamamışlardı. Kaçmayı başarabilenler de kum yığınlarının arkasında tıkanıp kalmıştı.
Bölgenin kahramanları 26. Alay 3. Tabur 10. Bölük askerleriydi. Hiç durmadan ateş ederek inanılmaz bir direniş göstermişlerdi. Burada bölük komutanı Yüzbaşı Hüseyin bey ağır yaralandığı için, Yahya Çavuş komutayı eline aldı. Bir avuç Türk askeri saatlerce mücadeleye devam ettiler. Takviye birlik yoktu. Zira aynı saatlerde Tüm Gelibolu Yarımadası beş ayrı yerden başlatılan düşman saldırısı ile baş etmeye çalışıyordu.
Saatler sonra burası İngiliz birliklerinin eline geçti. Hedefleri olan Alçıtepe Köyü’ne ulaşamamış, sahil bandında kalmışlardı. Bu da Türk askerlerine zaman kazandırmıştı.
1915’de karargah binasının olduğu yer, bugün Yahya Çavuş sembolik şehitliğidir. Oraya ismini veren Türk kahramanı Yahya Çavuş bacağından yaralanmıştı. Bu haliyle Alçıtepe Köyü’ndeki karargaha kadar ulaşıp, hayatta kalmayı başarmıştı. Balkan Savaşı sırasında bir daha düşmanla savaşırken geri çekilmeyeceği sözünü veren Yahya Çavuş, 4 Haziran 1915 tarihinde, gene Gelibolu Yarımadası’ndaki 3.Kirte taarruzu sırasında ağır olarak yaralandı. Ne yazık ki bir gün sonra şehitlik mertebesine ulaştı… Ziyaret noktamıza adını veren Yahya Çavuş, Çanakkale’nin Ezine ilçesinden gelerek savaşa katılmış bir kahramandı. Bizler burayı ziyaret ettiğimizde onun adının verildiği sembolik şehitliği de görmüş oluyoruz.
Bu arada Ertuğrul Tabyaları’nın da olduğu bu alandan gördüğümüz güzelim manzara, bir zamanlar çok şiddetli saldırılar yaşamış olan bölgenin dumanlar altındaki görüntüsü ile tezatlık oluşturmakta olduğunu da mutlaka eklemek gerekiyor.
Zira İngiliz savaş uçaklarının raporu vardı. Sahil en az kırk metre içeriye kadar cesetlerin kanı nedeniyle renk değiştirmişti…
25 Nisan 1915 tarihinde, Gelibolu Yarımadası’ndaki çıkarma bölgelerinden biri de Arıburnu sahilidir. Sahilin ilerisi Suvla Koyu, iç kısım ise Anafartalar taarruzunun yapıldığı Anafartalar Ovası’dır. Yarımadanın Ege Denizi tarafına bakan topraklarıdır. Bu sahiden denize doğru bakıldığı zaman ilk dikkati çeken yer, Türkiye’nin en büyük adası olan Gökçeada’dır. Burası savaş sırasında İngiliz üssü olarak kullanılmıştır.
Gökçeada manzarasına eşlik eden, oldukça yüksek bir ada daha bulunmaktadır. O da bugün Yunanistan sınırlarında bulunan Semadirek yani Samotrake Adası’dır. Bu bağlamda Arıburnu sahili oldukça ilgi çeken bir coğrafi bir konuma sahiptir.
Üstelik karaya çıkan 1000’in üzerindeki Anzac askerine en yakın Türk birliğindeki asker sayısı toplam 80 kişiydi. Türk askerlerinin ateşi karşısında, belki hayatlarında ilk kez ceset gören Anzac askerleri, mesleği atadan askerlik olan Türk askerleri karşısında büyük panik yaşamışlardı.
Az sayıda bir grup Anzac askeri, programımız sırasında yakınından geçeceğimiz Düztepe’ye kadar ilerlemeyi başarmışlardı. Orada onları karşılayan, sahildeki balıkçı damlarından geri çekilmek zorunda kalan Türk askerleriydi. Burada mermisi biten Türk askerleri geri çekilmek zorunda kalmıştı.
İşte tam o sırada 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal, çıkarma bölgesini daha rahat görebilmek için araziyi dolaşırken, 261 rakımlı tepede geri çekilen Türk askerlerine rastlamıştı. Onları süngü hücumu almak üzere hemen yere yatırmıştı. Bu arada 57. Piyade Alayı’nı da devreye sokarak, az önce geri çekilmek zorunda kalan Türk askerlerini takip eden Anzac kuvvetlerine taaruz emri vermiştir.
Çanakkale’de Akdeniz Sefer Kuvvetleri’ne komuta eden Hamilton (Ian Standish Monteith Hamilton), ‘’gebe dağlar Türk doğuruyor’’ derken, Mustafa Kemal Atatürk askerlere şu sözleri söylemişti.
‘’ Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler, başka komutanlar gelebilir.’’…
Dahi ve vatansever komutan Mustafa Kemal, muhteşem askerleriyle tarihin gidişatını yeniden belirlemişti. En son Balkan Savaşları’nda büyük bir yenilgi alan Türk askeri, bunun acısını Arıburnu’nda, Anafartalar’da, Seddülbahir’de düşmandan çıkartacaktır artık…
Wilusa Turizm’in ziyaretçilerini mutlaka götürdüğü Arıburnu sahilinde, dikkatleri yol kenarında bulunan kitabe çeker. Türkçesinin Şehitler Abide’sinin bulunduğu alanda da yazılı olduğu metin, Mustafa Kemal Atatürk’ün centilmen bakış açısını da gözler önüne sermektedir.
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”…
Arıburnu sahilinde bakanlar kurulu kararıyla adı “Anzac Koyu” olan yerde, her sene 25 Nisan tarihinde şafak ayini denilen bir anma töreni gerçekleşmektedir. Bu törene dünyanın bir çok yerinden resmi olarak temsilci katılmaktadır. Ama asıl katılımcılar, 25 Nisan 1915’de buraya ayak basan ve savaş hayatlarının ilk deneyimini bu topraklarda yaşayan “Anzac” torunlarıdır.
Bu bağlamda literatüre de ”Anzac Günü “ denilen bir ifade geçmiştir. Savaştan bir sene sonra, Avustralyalılar, 1916 yılında Londra, Sydney ve Melbourne kentlerinde ilk anma törenlerini gerçekleştirmişlerdir. 1920 yılında ise 25 Nisan Anzac Günü olarak ilan edilmiştir. Özellikle Avustralyalılar, bu ruhu yaşatabilmek ve Gelibolu’yu yeni jenerasyonlarına aktarabilmek için ülkelerindeki bazı yerlere “Atatürk” ismini vermişlerdir. Yeni Zellanda’nın başkentinde ise Atatürk National Park isminde bir milli park bulunmaktadır. Burada Atatürk’ün 1934’de yazdığı metnin (yukarıda belirttiğimiz) ingilizcesi yer almaktadır.
Gelibolu Yarımadası’nda 1915’e aldıkları yenilgi, onları daha milliyetçi bir bakış açısına taşımıştır. Bu yüzden seneler geçmiş olmasına rağmen, her yıl 1915’i andıkları bir tören yapma gelenekleri vardır. 25 Nisan 2000 tarihinden itibaren de her sene düzenli olarak tören alanı dediğimiz bu alanda çıkarma saati olan 05:30’da başlayan bir ayin yapılmaktadır. Başta Avustralya ve Yeni Zellanda olmak üzere, bir çok ülkeden gelen ziyaretçiler, bu programa katılmaktadırlar.
Çanakkale savaşları, dünyanın en kanlı savaşlarından bir tanesi olarak bilinmesine rağmen, kahraman Mehmetçiklerimiz merhametlerini düşman askerlerinden bile esirgememiş, vatanlarını işgale gelen düşmanlarına bile acımasızca davranmamışlar yeri geldiğinde onların yaralılarını dahi taşıyıp karşı tarafa bırakmışlardır. Diğer savaşlarda eşi benzeri görülmeyen bu tarz hadiselerin Çanakkale’de yaşandığının ispatı olarak bu anıt dikilmiş ve düşman komutanlarını dahi saygısına mazhar olan Mehmetçiklerimiz için anıta ‘Mehmetçiğe Saygı Anıtı’ ismi verilmiştir. Bir Türk askerinin yaralı bir İngiliz subayını, İngiliz siperine taşırken ki halinin anlatıldığı anıtın kaidesinde, 1967 yılında ülkemize gelen Avusturalya genel valisi Lord Casey’nin Mehmetçikle ilgili övgü dolu sözleri yazmaktadır.
Conkbayırı’na doğru ilerlerken, bir tarafta Ege Denizi, bir tarafta da Çanakkale Boğazı’nın görüldüğü Albayrak sırtında Mehmetçiğe Saygı Anıtı bulunmaktadır. 1992 tarihinde Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılmıştır. Heykel, bir anlamda Türk askerinin centilmenliğini ifade etmektedir.
Gerçekten de, özellikle karşı tarafın hatıraları incelendiği zaman, Türk askerlerinin yaralılara karşı merhametli davranışları oldukça dikkati çekmektedir. Mesela Bouvet zırhlısı batarken, ona yardım için gelen gemiler, askerleri tahliye etmeye çalışırken Türkler hedef değiştirmiş ve yaralılara yardıma gelenlere saldırmamıştı.
Avustralyalı komutan General Bridge’in cephede vurulup ölmesi ile ilgili çıkan haberlerde de, Türkler’in Bridge’in taşındığı sedye geçene kadar, o yöne hiç ateş etmedikleri ilgili bilgiler yayınlanmıştı. Prof. Dr. Mete Tunçoku’nun “Anzakların Kaleminden Mehmetçik” adlı kitabında benzer bir çok örnek karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak Türkler hakkındaki barbar ifadelerinin yerini, Türklerin centilmenliğini alan örnekler bolca mevcuttur. Yaralıların yanına su bırakan Türk askerleri, esir kamplarında iyi muamele gördüğünü ifade eden yabancı askerlerin anlatımları, bunu sıklıkla vurgulamaktadır. Malta’daki bir hastaneden arkadaşına mektup yazan Avustralyalı Çavuş H.D. Collyer ‘’Türklerin aslında iyi kalpli insanlar olduğunu biliyorum. İşte bunu kanıtlayan hatırladığım üç olay: Bir keresinde 12 yaralı askerimiz, cephede Türk Kızılay ekibi tarafından bulunur. Esir alınmazlar. Yaraları sarılır ve kendilerine: Sizinkiler gelip sizi alırlar, denilip bırakılırlar. Bir başka sefer de Türk askeri yaralı bir askerimizi bulur. Yaralarını temizleyip sarar. Arkadaşları tarafından bulunması gecikebilir endişesiyle de yanına bisküvi ve süt bırakır. Gene bir başka Türk, yaralı bir askerimizin yarasını sarar ve hemen gitmesini söyler.”
General Gouraud ise Fransız ordusunda görev alır ve 1930 yılında Atatürk’e saygı ziyaretinde bulunur. Bu arada gazetecilere de bir savaş hatırasını anlatır. Cephede gezerken bir Türk askeri ile Fransız askerini yerde yaralı görür. Her ikisini de tedavi için oradan aldırır. Fakat daha sonra bu Fransız eri, onun hayatını Türk askerinin kurtardığını, kendi sargısı ile ikisinin de yarasını sardığını söylemiş, hayatta kalmasını o Türk askerine borçlu olduğunu ifade etmiştir.
Benzer örneklerin sayısı hiç az değildir. Bu bağlamda ‘’ Mehmetçiğe Derin Saygı Anıtı” Türk askerlerinin centilmenliğini sembolize eden şahane bir anıt olarak, Albayrak sırtında ziyaretçilerini beklemektedir…
Conkbayırı, 268 metre yüksekliğiyle Çanakkale savaşları kuzey cephesinin en önemli tepesidir. Çanak ve cenk sözlerinin birleşimiyle ortaya çıktığına inanılan Conkbayırı tepesi, gerek Çanakkale boğazına gerekse de ege denizine hâkim konumundan ötürü itilaf ordusu askerlerinin mutlaka almak zorunda oldukları bir noktaydı. 25 Nisan 1915 sabahı zayıf gözetleme birliklerimiz karşısında Anzak koyunda karaya çıkan Anzak kuvvetleri bu tepenin yamaçlarına kadar ilerlemeyi başarmışlardı. 25 nisan sabahı Conkbayırı tepesinin yaklaşık 5 kilometre güneyindeki Bigalı köyünde bulunan 19. İhtiyat tümen komutanı olan Yarbay Mustafa Kemal Bey inisiyatif kullanarak, tümene bağlı 57. Alayını Conkbayırına hareket ettirmiş ve bu tepede onlara ‘’size ben taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!’’ emrini vermiştir. Bu emirle harekete geçen 57. Piyade Alayı, Anzak kuvvetlerini Conkbayırı yamaçlarından alarak aşağı doğru püskürtmüştür. Yarbay Mustafa Kemal Bey’in almış olduğu bu karar ve 57. Alayın başarısı Çanakkale savaşlarının dönüm noktası olmuştur. Conkbayırı tepesi Ağustos ayında da çok kanlı muharebelere sahne olmuştur. 8 ağustos 1915 günü tepenin ege denizine bakan yamaçları yeni Zelandalılar tarafından ele geçirilince, bölgede bulunan bütün kuvvetlerin sorumluluğu kendisine verilen Albay Mustafa Kemal Bey komutasındaki Türk kuvvetleri tarafından bu bölgeden püskürtülmüşlerdir. Conkbayırı taarruzu sırasında, İngiliz gemilerinden açılan top atışlarıyla Conkbayırı tepesi cehennemi bir ateşe maruz kalmış ve binlerce Mehmetçiğimiz şehit olmuştur. Bu bombardıman sırasında bir şarapnel parçası Albay Mustafa Kemal Bey’in göğsüne isabet etmiş ancak orada bulunan cep saati parçalanarak onun hayatını kurtarmıştır. Bu olay Albay Mustafa Kemal Bey’in yüce Türk halkına bağışlandığı an olarak tarihe geçmiştir. Conkbayırı tepesinde, eşsiz doğa manzaralarının yanı sıra, temsili siperler içerinde zaman geçirebilecek ve bu bölgede yaşanan olayların anlatıldığı kitabeleri okuyabileceksiniz.
Conk Bayırı Detaylı Bilgi
2006'dan günümüze "Ufuk Çizgisinin Ötesinde.." Çanakkale'nin Dünya'ya açılan kapısı olan Wilusa Tur tecrübeli kadrosu ile hizmetinizde!